26 Şubat 2015 Perşembe

Erken Büyümek Zorunda Kalan Çocuklarımız Var Bizim..

Adı Mehmet.. En fazla 7-8 yaşlarında.. Her çocuk gibi o da masum, tertemiz...Dizlerini örten kırmızı şortunu yeşil bir tişörtle kombinlemiş. Ama öyle aynanın önüne geçip renk uyumuna nasıl durduğuna bakarak seçtiğinden falan değil , zaten giyecek bir ya da en fazla iki adet kıyafeti var Mehmet’in .. Aylardır yüzü banyo yüzü görmemiş. Kirli suratıyla yeni ve mutlu bir sabaha  daha uyanıyor bugün. Belki de aylardır aynı Tşörtle yatıp kalkıyor. Öyle kirli ki tşörtü üstündeki desenler çizgiler kaybolmaya yüz tutmuş.. Saçlarına şekil vermek şöyle dursun, bir de iki numara traş ettirmişler garibimi . Ayağına giyecek ayakkabası olmadığı için yalın ayak basıyor  İstanbul’un soğuk taşlarına.  Arkasını dönüp el sallıyor kardeşlerine. iki tanesi tahtadan eski baraka evlerinin kırık dökük penceresinden uğurluyorlar  abilerini . Abi çalışmaya gidiyor..  Bir-iki yıl sonra aynı kaderi paylaşacaklarını biliyorlar ama çocuk akıllarıyla herşeyi  oyuna çevirdikleri gibi bu durum da düşlerinde heyecanlı bir  oyun onlar için. Hayat sevimli hayat  korkusuz  hayat mutlu  minik yüreklere. İkisinin de gözlerindeki çakmak çakmak bakışlar  ve  yüzlerindeki kocaman doğal gülümseyişleri  onları gören tüm kalplere akıyor..  Abilerinden  dönüşte  çikolata sipariş etmeyi unutmuyorlar her çocuk gibi.. Abi de el sallayarak yürüyor bugünkü nasibinin peşinden… Minicik avuçları evden öğle yemeği için bir  parça ekmeği kavramış  ilerliyor hayatın içine. Sokağın başında kendi gibi gariban bir köpek yanaşıyor yanı başına. Gözlerini Mehmet’in elinde tuttuğu ekmeğe dikmiş öylece bakıyor, ortak olmak istiyor o bir parçacık katıksız ekmeğe..  Belli ki oda günlerdir midesini dolduracak bir şeyler bulamamış, Mehmet’in öğle yemeğine ortak olma derdinde... Üstü başı, yüzü gözü tozdan gözükmese de yüreği tertertemiz gönlü zengin çocuk Mehmet , azığını  paylaşıyor  yeni tanıştığı minik dostuyla.. Birlikte serin bi sonbahar sabahı İstanbul’un hareketli hayatına karışıyorlar.. 

23 Şubat 2015 Pazartesi

Gunesli ve enerji dolu bir cumartesi sabahı yürüyüşünün  insanın ömrününe ömür kattığı görüşündeyim. Bu bilinçle ilerlerken  kafamı gökyüzüne kaldırıp baktığımda tertemiz bir mavilik üstünde tek bir tane kocaman bir bulut  kümesi gök yüzüne hakimiyetini ilan etmiş, oralardan olan biteni izlemekle meşgul.  Dağlar gökyüzüyle birleşmiş ve aynı mavi tondan ulu dağlara da bulaştırmış durumda. Burda dağlar  öyle bildiğiniz sıradan kahverengi dağlardan falan değil.. Eğer öyle  düşünüyorsanız  çok yanılıyorsunuz. Gökyüzüyle aynı renkte buz mavisi.. Hemen altındaki bayırlar sarı ve yeşille bezenmiş. İrili ufaklı bodur ağaçlar yürüme yolunun biraz gerisinde daha büyük heybet li ağaçların aralarında şirin mi şirin bir görüntü sergiliyor. O kadar güzeller ki sanırım herkes bu doğal güzelliğin bozulmasına kıyamıyor olucaklar ki ince uzun yürüme yolunun her iki tarafını boyları yarım metreyi geçmeyecek uzunlukta kalın odunumsu ağaççıkları aralarında belli bir mesafe bırakarak bağladıkları tellerle çevirmişler.. Yol çok dar ve ancak iki insanın yan yana yürüyebileceği genişlikte.. Bence yürümeyi keyfe dönüştürmek  için  bu köyün insanlarına  bu yolu açarak torpil geçilmek istenmiş. ..Muhteşem doğa güzellikleri eşliğinde ciğerlerime çektiğim mis gibi havanın tüm bedenimi sağlıkla doldurduğunu bilmenin huzuruyla yoluma devam ediyorum.. Bir yürüyüş ancak bu kadar keyifli olabilirdi diye düşünürken köylü kadınların hemen arkalarındaki ağaçlardan topladıkları taze meyvelerden kurdukları standlar beni karşılıyor. Hepsi o kadar taze görünüyor ki  taşımakta zorlanmayacağım kadar tadımlık her birinden alıyorum.. Birkaç dakikalık muhabbetten sonra ayrılıyorum yanlarından.Zaten şehre girmeme de çok az kalmış haftaya cumartesi yeniden gelmenin sözünü kendime verdikten sonra kenarda beni bekleyen arabama atlayıp şehrin kalabalığına  karışıyorum..

22 Şubat 2015 Pazar

İşte baharın müjdecisi olan  cemreler benim bahçeme de düştü. Bahar gelişini yeşilin binbir tonuna dokunarak ispatlamaya çalışır gibi adeta.. İyice yaklaşıyorum arka arkaya  tomurcuklarından patlamış yeni yeni filizlenmiş kahverengi dallar üzerinde ne kadar da canlı ıslak ve şıksınız. Her biriniz zümrüt renkli kolyeler gibi göz kamaştırmışsınız .Rüzgarın hafiften içimi ürperttiğini hissederek yeşil renkli tahta sandalyenin üstünde duran kırmızı polar şalımı omuzlarıma atıp  huzuru, gözlerimi hafiften kısmama sebep olan yanaklarımı ısıran güneşi , mis gibi kokular yayan nergisleri içime çekiyorum. Ohhh mis gibi gerçektende..Keyifli kahve-  kitap ikilisinin  beni bambaşka diyarlara götürmesine izin veriyorum. Renk renk zambakların,kendine özgü kokular yayan negislerin, hanımellerinin ve yeşilin her tonuyla dans eden bahçemin yarım metre kadar ilerisinde kurulu yuvarlak üstü kalın camla tamamlanmış ahşap masama elimde ara ara yudumladığım  kahve kupamı yavaşça  bırakıyorum. Hemen yan tarafda duran bisikletimi gözüme kestiriyorum ama kitaptan sonra sendeyim şeklinde gözkırpıyorum. Gülümsüyoruz birbirimize ve ben herbiri farklı renklerde olan  sandalyelerden birinin üstüne kendimi bırakıyorum.....
Öncelikle arkadaşlarımın desteği ve ısrarıyla yazılarımı paylaşabiliceğim ve bu yeteneğimi daha fazla ilerletebilmek için iki hafta önce  hedefime aldıktan sonra böyle bir blog açma fikrini bana sunan gamze,sevim,ayşen,seher,selda,gonca, deniz  ve şu anda heyecandan aklıma gelmeyen isimlere çok ama çokkkkk  teşekkür etmek istedim .iyiki varsınız ..iyiki hayatımdasınız...